25 Mayıs 2008 Pazar

Dünyalı

Pırıl pırıl sabah güneşi, sıkı sıkıya kapanmış perdelerin arasından girip, rüyasında kendisini Plevne’de ki evlerinin bahçesinde top oynarken gören Ayşe’nin kirpiklerinin arasından süzülüp, gözlerini kamaştırdı. Yedi tepeli şehre göçeli sekiz yıl olmasına rağmen, rüyasında çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği o topraklara sık sık yolculuk ederdi. Birkaç kere sağa sola döndükten sonra, kalkıp kahvaltıyı hazırladı.

Kahvaltı sonrası herkes dağıldı. Bulaşıkları yıkadıktan sonra gözü sobaya takıldı. ‘Hamileliğim iyice ağırlaşmadan kaldırsam iyi olacak.’ diye düşündü. Oysa boyaları yer yer dökülmüş, gri renkli sobayı normal zamanlarda bile tek başına kaldırmakta zorlanırdı. Kocasından birkaç defa yardım istemiş, o da hep ‘Acelesi yok, sonra yaparız.’ diye geçiştirmişti. Önce boruları indirdi, içindeki kurumları silkeledi. Sobayı yerinden oynattığında karnında bir sıcaklık hissetti. Başlamıştı artık, bırakmak olmazdı. Güçlükle salonun köşesine sürükledi. Temizledikten sonra, üzerini çeyizinden kalma beyaz dantelli bir örtü ile kapattı.

Gün boyunca hafif bir sancısı olmuş, ‘Niye tek başına kaldırdın?’ diye kızacaklarını bildiği için kimseye bir şeycikler diyememişti. Gece de sancı devam etmiş, onu uyutmamıştı. Sabaha karşı tam uykuya dalacaktı ki kapının yumruklanmasıyla yataktan fırladılar. Bitişik evde oturan kaynıydı gelen. Heyecanla radyoyu açmalarını istiyor, ‘Askeriye yönetime el koymuş. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Her taraf asker kaynıyor.’ diyordu. Hemen radyo açıldı. Daha önce resmi bayramlarda dinlemeye alışkın oldukları, milli bir marş odaya dalga dalga yayıldı. Marşları takiben Atatürk şiirleri, bildiriler, haberler okunuyor, halktan ordu ve güvenlik mensuplarıyla işbirliği içinde olmaları isteniyordu.

‘Yiyecek bir şeyler hazırlayayım.’ diye mutfağa gitti. Daha elini çaydanlığa bile uzatmadan büyük bir sancıyla kıvrandı. Eşinden kaynanasını çağırmalarını istedi. Durumu kötüydü. Ailenin erkekleri ise korku içindeydi. Demokrat Parti döneminde, bölgede evler kurulmuş, Balkan göçmenleri davet edilmiş, bu yüzden mahalledeki diğer göçmenler gibi onlar da Demokrat Partili oldukları için, jandarmanın gelip onları toplamasından korkuyorlardı. Kaynana geldiğinde Ayşe’nin hastaneye kaldırılmasını söyleyince, korkularını unutup bir çare aramaya başladılar.

Aramalar sonucu, kaynanasıyla beraber, aceleyle hazırlanan bebe bohçası yanlarında, Bölge Kumandanlığına bağlı bir askeri araca bindiler. Toparladıkları eski şeylerdi. Daha önceki dört bebeği, birbirlerinin giysileriyle büyümelerine rağmen, ilk zıbınları hep yeni olmuştu. Gelene yeni bir zıbın giydiremeyeceği için üzülüyordu Ayşe. Sancısına rağmen bağıramıyor ama oturduğu koltuğun kenarını koparacak gibi sımsıkı tutuyordu.

Yollar askeri araçlarla doluydu. Kavşaklarda, çarşı başlarında ellerinde tüfekleriyle dolaşan genç askerler görüyorlardı. Gaziosmanpaşa’dan yola çıkan araç, onları yarım saat içinde Süleymaniye Hastanesinin doğumevine götürdü. Görevli Doktor, ‘Tam zamanında geldiklerini.’ belirterek, Ayşe’yi hemen doğum odasına aldı. Ona asırlar gibi gelen sürenin sonunda bir erkek çocuğu daha oldu.

İki ay daha bekleyemeden erken doğan bebeği ellerine almaya korkuyorlardı. Ağlamak için bile ses bile çıkaramaması, sadece yüzünü buruşturmayı başarabilmesi, kelimelerle ifade edilmese de, bu dünyada kalıcı olmayacağı duygusunu veriyordu. Ayşe zıbına üzülmüyordu artık ama olanlar için sessizce kendini suçluyordu. Sokağa çıkma yasağı dolayısıyla o gün ziyaretlerine gelen olmadı. Ertesi gün doktordan, o gün doğan bebeklere ‘Hürriyet’ ya da ‘Gürsel’ adının verildiğini öğrendiler. ‘Hürriyet’ kelimesinin anlamını bilmeyen babaanne, ablası Güler’le iyi uyar diye bebeğin isminin ‘Gürsel’ olmasını istedi. Bir kilo iki yüz elli gram doğan bebeğin, ‘gür, iyi yetişmiş’ anlamına gelen ismiyle ne kadar tezat oluşturduğunun farkında bile değildi.

Gürsel bebe bir hafta sonra hastaneden taburcu oldu. Sonraki günleri, yeniden kurulan sobanın sıcağında geçirdi. Ülkesinde olup bitenlerden habersiz, hayata sıkıca bağlandı. Kırkı çıktığında, gidip nüfus kağıdını çıkarttılar. Ne de olsa artık ‘dünyalı’ gözüyle bakıyorlardı ona.