Bugünlerde uzaklardan haber almanın bir sürü yolu var. Haberi anında almanın da imkanları. Bunun hep böyle olmadığı dönemleri hatırlıyorum. Yatılı okuduğum yıllar mesela. Memleketten haberler mektupla, şehirler arası telefonla, ara sıra da ziyaretçilerle gelirdi o zamanlar.
Mektuplar önce asker mektubu gibi görevliler tarafından okunur, 'Görülmüştür' diye damgalanırdı. Daha sonra da tek tek isimlerimiz çağrılarak teslim edilirdi. Bizde ismimiz söylenecek mi diye heyecanlanır, kendimize mektup gelmediyse fazla da dert etmez, başkalarının haberleri ile sevinir ya da üzülürdük.
Görülmemiş mektup almak istiyorsak bunun çaresini de bulmuştuk. Okulun karşısındaki ufak postaneye postrestran servisiyle getirtirdik mektuplarımızı. Hafta sonları dışarı çıktığımızda heyecanla bu postaneye koşar, parasını öder, alırdık mektupları. Bunlar daha büyük bir heyecanla okunan türde mektuplardı.
Dışardan gelen telefonlar da hayatımıza renk katardı. Telefon okulun girişindeki kulübedeki santrale gelir, girişteki görevliler tarafından anons edilirdi. Türkçeleri pek düzgün olmayan bu görevliler isimlerimizi en bozuk haliyle anons ederdi. ‘Zem Arika, Zem Arika, delefonun geldi, gapıya gel’. Bu anonslardan zaman zaman gülme krizlerine girdiğimiz olurdu. İsmi anons edilen kişi de nerede ne yapıyor olursa olsun, onu bırakır, koşa koşa giderdi kulübeye.
Nedense bizimkiler beni aramazdı pek. Ara dediklerini de hatırlamıyorum. Buna rağmen hafta sonları, Kadıköy’e izinli olarak çıktığım da PTT’ye gider eve telefon açtırtırdım. Ardından bazen dört saati bulan bekleyişler başlardı telefonun bağlanması için. Neyse ki çoğunlukla postaneye grup şeklinde gittiğimizden gırgır şamata ile vaktin nasıl geçtiğini anlamazdık. Daha sonra da atardık kendimizi Kadıköy'ün sokaklarına.
İşte bu dönemlerimde, yatakhanede dağıtılan bir mektup ile aldım kuzenimin doğduğu haberini. Kasabamdan ayrıldıktan sonra aileye katılan ilk üyeydi. O geceyi ve onu takip eden günleri nasıl bir şey olduğunu merak ederek geçirdim. Yaz tatili gelip kasabaya gittiğimde gördüm bebek kuzenimi, çok da sevdim. Onu kucağımda taşır, ninniler söyler, oyunlar oynardım. Benim için de bir eğlence olmuştu.
Ama kuzen hep bebek olarak kalmadı. Zaman içinde arkadaşım oluverdi, Londra’daki son yıllarımın da unutulmaz parçası.

Buraya dönüşünün ikinci doğum gününü kutladı dün kuzenim. Bende buradan tekrar iyiki varsın Mak diyorum. Nice nice mutlu yıllara.