Aklımda maça gitmek gibi bir düşünce yoktu ama sürpriz olarak alınan biletle üç kafadar Fenerbahçe-Vestel Manisa Spor maçına gittik.
Londra dönüşüm de buralara ait olma çabası ile kendime bir takım seçeyim dediğimde, kuzenim Kadıköy’de oturuyorsun Fener’i seçersen 10 yıl üzülmezsin deyince rengimi belirlemiştim. Gerçi çocukluk yıllarında da sempatizandım ama babam Beşiktaşlı olduğu için pek aktif olamamıştım.
Önce uygun bir kıyafet bulma telaşını yaşadım. Evdeki sarı ve lacivert ne varsa onları giyerek yendim bunu. Buluşma yerimiz olan boğa heykeline giderken yollarda ki bayram havasının etkisi ile hemen maçın havasına girmeye başlamıştım.
Maçta çekirdek yemek gelenekselmiş. İçeriye sokulması da çok kolay oldu. Bence bunun asıl nedeni tüm paketi hakemin kafasına atsan kıramazsın diye olsa gerek. Girmeden önce arkadaş
çantanda kesici alet yada bozuk para olmasın diye beni uyarmıştı. İlk polis kontrolüne girdiğimizde çantamda 4 kalem, 2 çakmak, 3 döner, su ve bir sürü bozuk para vardı. İkinci polis kontrolünden de geçtiğimde ise kalemlerin 2’si, su ve çakmaklar gitmişti. Polis aslında 4 kalemime el koyacaktı ama itiraz ettiğim için ikisini kurtardım. Kalemlerin yarısına el koyan mantığı anlamakta zorlanıyorum.
Biletler numaralı ama nedense herkes istediği yere oturuyor. Bizde kalenin arkasında sağ tarafta bir yere oturuyoruz. Güzel bir yer, her yere hakim olduğumu düşünüyorum.
Stadyumların içini sadece televizyondan görmeye alışkın olan ben, burayı düşündüğümden daha az ihtişamlı ve ufak buluyorum nedense. Çimenlerin dışında her şey sarı lacivert tasarlanmış. Dışarıda ki otopark işareti bile. Stadın dört bir yanındaki kocaman yazıları okuyorum:
- Gün gördüm günler gördüm seni gördüm şad oldum
- Bitmedi bitmeyecek bizim aşkımız
- Burası Kadıköy buradan çıkış yok
Bir sürü elektronik renkli reklam panolarından imajlar fışkırıyor. Arkadaşlar telefon açıp yakınlarına oturdukları yeri söylüyorlar. Doğuş Otomatif panosunun altı diye. Daha sonra dikkat ediyoruz bu panodan stadın her yerinde var ve kahkalara boğuluyoruz.
Önce Vestel'li futbolcular yuh sesleri içinde sahaya geliyorlar. Koşarak tek tek seyircilere
gitmelerinin nedenini sonra anlıyorum. Meğer FB’li taraftarlara renkli kağıtlara sarılı mesir macunu atıyorlarmış. Bunu gurur meselesi yapan bir taraftarın “kendin ye” diyerek tekrar sahaya fırlatmasına gülüyorum. Sonra FB’li futbolcular da geliyorlar. Şimdilik sadece ısınma hareketleri için çıkılmış sahaya. Koşuşturup duruyorlar. Fenerli futbolcular tek tek tribünlerin önüne gelip selamlıyor bizleri. Bizde onlara İspanyollar gibi ole ole ole diyoruz.
Seyirci durup durup sloganlar atıyor, maç başlamamış olmasına rağmen büyük bir heyecan var. Atmosferden etkilenmemek mümkün değil. Böyle büyük bir organizasyonun parçası olmak sarhoş edici. Yığınların afyonu meselesini kavrayıveriyorum birden.
Maç kadar maçı seyredenler de ilgimi çekiyor ve bol bol resim çekiyorum. Ucuz tribünde olduğumuzdan olsa gerek çevremdekilerin saç kesimleri, kıyafetleri, elleri, yüzleri, konuşmaları pek de varlıklı bir kesime ait olmadıklarını söylüyor bana. Fener tutkuları ise her hallerinden belli oluyor.
Çevremdekiler bana doğru konuşuyor. Bense testosteronun bol olduğu bu ortamda sayılı hatunlardan biri olarak samimi olmaya korkuyorum. Cevapları geçiştiriyorum ama onlar yorumlarını benle paylaşmaya devam ediyor.
İstiklal marşı ve okul gezisinde kaybettiğimiz çocuklara saygı duruşundan sonra maç başlıyor. Birinci yarıda ki heyecan, golün gelmemesi ile yavaş yavaş sönüyor ve yerini hakem, Zico ve oyunculara yönelen küfürlere bırakıyor. Dikkat ediyorum benle konuşan ön ve yan tarafımdakiler küfür etmiyor. Küfürler daha çok kişisel kontak kurmadığımız arka taraftan geliyor. Bu hoşuma gidiyor.
Tuncay oyun boyunca o kadar koşuyor ki, bu çabası için ona bir gol hediye edebilmeyi çok isterdim. Ama ne o atabildi ne de ben. O çok sevdiğim Alex’e gelince maç boyunca yerinde saydığı için tüm saygımı yitiriyorum kendisine.
Bir gol atılsa şampiyonluğun nerdeyse garantileneceği bu maç golsüz bitiyor. Halbuki hep o bahsettikleri bu stada özgü gooooool sesini duymayı ne kadar da istemiştim.
Görevli siyah labrador köpeği, maçı oyunculara sırtı dönük seyreden polisler, stadın ısıtma sistemi gibi anlatacak daha çok şey var ama yazıyı fazla uzatmak istemiyorum. Yalnız bir uyarım var. Dışarı çıkmak için kalabalığın dağılmasını beklerseniz iyi edersiniz. Aksi takdirde istemediğiniz bir samimiyet havası içinde dışarı çıkmak zorunda kalırsınız.
Sonradan anlıyorum ki Polis kadının aldığı kalemlerden biri Dior Göz Kalemimmiş.