17 Ocak 2009 Cumartesi

Denizkızı

Yatak odamın kapısının ‘tak tak’ dövülmesi ile uyanıyorum. Dedemin sabahları söylemeyi alışkanlık haline getirdiği, “Aksam yatmazlar, sabah kalkmazlar.“ tekerlemesi eşlik ediyor bu sese. “Bir sabah da rahat bırak, bir yaz tatilimiz var şurada.’ demek isteyen dudaklarımdan, “Tamam dede tamam, uyandım, şimdi kalkıyorum.” diye çıkan sözlere şaşırarak doğruluyorum yatağımdan. Beni duyan dedemin uzaklaşan ayak sesleriyle beraber “Acele edin. Yolda giderken oyalanmayın, fırından ekmek almayı da unutmayın.” sözleri yankılanıyor kulaklarımdan.

Hiç olmadığı kadar davetkar görünen yatağıma bakıyorum, yarım kalan rüyama dönmek, denizin ortasında o kayanın üzerinde, karanın tüm dertlerinden uzak güneşleniyor olmak istiyorum. Günlerden cuma olduğunu hatırlayınca keyfim yerine geliyor, giyinmeye başlıyorum.

Ön odaya gidip, başımı pencereden dışarı sarkıtıyorum. Kardeşim her zamanki gibi benden önce kalkmış, oyuna başlamış bile. “Hadi Sevgi, oyunu bırak, bağa gidiyoruz” diye sesleniyorum. Bunun tütün tarlasına gitmek olduğunu bilen kardeşim beni duymazdan geliyor. Bir daha seslenmiyorum. Dışarı çıktığımda, beni duymamak gibi bir lüksü olmayacağını biliyorum.

Bir haftadır deniz suyu deymemiş mayolarımızı ve havluları naylon bir torbaya koyup, ekmek sepetinin içine özenle yerleştiriyorum. Onu giyebileceğim ana kadar nasıl bekleyeceğim hiçbir fikrim yok. Dışarı çıktığımda kardeşim fazla direnmiyor, yavaş adımlarla arkamdan yürümeye başlıyor.

Cumaları şehrimizin pazarı kurulur. Etraf çevre köylerden gelen insanlarla dolar. Başka günler boş olan asfalt minibüs, kamyon ve traktörlerle dolmuş, sırtlarında küfeler, ellerinde sepetlerle koşuşturan insanların arasından güçlükle yürüyoruz. Bu kalabalığı, bu gürültüyü seviyorum. Pazara gitmek için bağdan gelecek annem sebze, meyve, süt, yoğurt, yumurta alışverişini yapınca bizi denizi götürecek. Bu, en azından benim planım. Haftanın diğer günlerinde olmayan deniz şansını bugün yakalamak için her şeyi yapmaya hazır bir kararlılıkla fırına yöneliyoruz.

Sıcacık ekmeklerle sepeti doldurup yola devam ediyoruz. Sol tarafımızda uzanıp giden, ara ara evlerin, ağaçların arkasına saklanan denize bakıyorum, denizkızını arıyor gözlerim. Hep geriden gelen Sevgi'ye çıkışıyorum. Aklı mahallede bıraktığı arkadaşlarında olmalı. Asfaltın bitiminde, tütün, buğday ve mısır tarlalarının arasında uzanan toprak yola sapıyoruz. Otlayan birkaç inek, başlarını kaldırıp gamsız gözlerle bize bakıyor.

Toprak yolun sonunda, yazları kuruyan dereye geliyoruz. Sevgi hemen elimi tutuyor, ben de bir türkü söylemeye başlıyorum. Üzeri ağaç dallarıyla tamamen kapanmış, yürürken omzumuza değen sarmaşıklarla kaplı, en güneşli günde bile serin ve karanlık olan bu dere bizi ürkütüyor. Sarmaşıklar arasına gizlenmiş olabilecek yılanları düşünerek korkuya kapılıyoruz. Annem bize, böyle durumlarda, gürültü yaparak, şarkı söyleyerek yılanları korkutup kaçırabileceğimizi söylediği için, her gün bu noktada icraatamıza başlıyoruz. "Böyük cevizin dibi, na nay güzelim na nay, ne gezersin el gibi, na nay fidanım na nayyyyy."

Derenin bitiminde rahat bir nefes alıp, bağın kapısına geliyoruz. Dizilecek tütünleri önlerine yığmış, erik ağacının gölgesinde oturan annem, teyzem ve babaannem bizi görünce seviniyorlar. Değdiği yerde siyah yapışkan lekeler bırakan zifirin üzerime bulaşmaması için tütün kıyafetlerimi giyip, onlara katılıyorum. Tütün dizerken, en iyi arkadaşımız radyo oluyor. Türküler, şarkılar, haberler, arkası yarın ve çocuk saati programları havaya dalga dalga yayılırken, dizilecek tütünler azalıyor. Öğlen saatine doğru anneme bir kere daha “Ne zaman gidiyoruz?” diye soruyorum. “İpim dolunca.“ demesiyle rahatlıyorum ama ondan sonraki yarım saat geçmek bilmiyor. İp dolunca yola çıkıyoruz.

Pazar sonrası denize gitmemiz 4’ü buluyor. Deniz kenarına gelir gelmez, üstümdekileri çıkarıp balıklama atlıyorum suya. Arkadaşlarımın hiç biri ortalıkta yok. Erken gitmiş olmalılar. Annemin birazdan “Hadi çıkın, birazda güneşlenin de bağa gidelim.“ demeye başlamasından korkuyorum. Yüzerek uzaklaşıyorum kıyıdan. Açıldıkça acılıyor, karadan uzaklaşıyorum, sadece güneş, deniz ve ben varım. Sahilde futbol topu gibi ufalan insanları, ufuk çizgisinde hareketsiz duran bir kayık ve onun içinde bir gölge görüyorum. Rüyam geri geliyor. Denizkızını hatırlıyorum. Tempolu olarak çırptığım bacaklarımın, ışıltılı bir denizkızı kuyruğuna dönüştüğünü hissediyorum. Sarı dünya, tütünün dünyası kayboluyor. Kendimi mavi dünyanın derinliklerine bırakıveriyorum. Ağzımdan çıkan hava kabarcıklarıyla nefesim azalıyor.

Kendime geldiğim de yüzüme vuran güneş ışınları gözlerimi açmamı zorlaştırıyor. Uğultulu bir kalabalığın arasındayım. Ne dediklerini seçemiyorum. Sanki şehirde hiç kimse kalmamış, çocuğunu, köpeğini, deniz topu, can simidini alan sahile gelmiş, çıkardıkları seslerle sarı dünyaya biraz önce kapadığım kulaklarımı açmaya çalışıyorlar ve sonunda başarılı da oluyorlar. Daha önce hiç görmediğim bir genç “Kendine geliyor.“ diyor. Kirpiklerimi zorlukla aralıyorum, gözlerim gözlerine değiyor. Kurtulduğumu müjdeliyor bana.

Kayıkta gördüğüm gölgeyi hatırlıyorum. Hiç bir şey söylemiyorum. Davetsiz bir tebessüm yayılıyor yüzüme.

8 yorum:

Cemre Kabaş dedi ki...

Oley ilk yorum benden. Yazını çok beğendim keyifle okudum. Ve üzerinde baya bir düşündüm. Günden güne gençler daha rahat bir yaşama ayak atıyorlar ve elinde olanların kıymetini, özgürlüklerinin değerini bilemiyorlar. Bazı insanlar ne kadar zor hayat yaşamışlar. Bu arada ilginç bir sondu.Fazla açılmasaymış keşke o güzel kız:)

ABİ dedi ki...

Kayıktaki gölgeyi görür görmez kendine gelmeni düşündüm ben de..
neydi ki o?

Tabiat Ana dedi ki...

:)
resmi yayınlayıp sildiğin günden beri bekliyordum yazmanı ancak kuzu hasta olduğundan ancak gördüm.ses vermen güzel deniz kızını görmüş olmansa daha da güzel :)
sevgiler...

Adsız dedi ki...

yazilarini cok ozlettin deniz kizi, tesekkurler verdigin guzel duygulara...donmene cok sevindim

Vladimir dedi ki...

Çok güzel anlatıp sonunu mükemmel bağlamışsın Semra. Daha sık yazman lazım, bizleri mahrum bırakma lütfen.

Deniz.

Adsız dedi ki...

Çok keyifli ve sürükleyiciydi. Deniz kızının sonunda gölgesinin dahi olsa görülmüş olması şahane ama az kalsın kahramanımızı kaybediyorduk. Gözümde Karadeniz canlandı......2 yaz önce bir akşamüstü denizden çıkmış akşamüstünün o şahane manzarasına kendimi bırakmak üzereykenn...kızıl kırmızı sarının göz alıcı uyumuyla denizin üzerinde 2 yunus !.......ve güneşin batışı hiç unutamam. Gidemesemde hayal etmemi sağladığın için teşekkür ederim. Ve bu kadar özletmeyin güzel bayan ...sevgiler.didi.

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

Cok guzel olmus Sem...

Ben simdi nasil bekleyecegim 2010'a kadar sonraki yazin icin???

:-)

Haluk Ilhan dedi ki...

yazılarınızı çok beğendim, tebrik ederim, ama uzun bir süre ara vermişsiniz, bence tekrar en kısa zamanda başlamalısınız :)) görüşmek üzere