1 Mart 2008 Cumartesi

Kırmızı Demlik

Kışın bir yerden girince yüzüme sıcaklık vurmasını severim. ‘Hoş geldiniz.’ dercesine açılan kapılardan, el ele tutuşarak girdik mağazaya. Kapının üstündeki ısıtıcıdan yayılan sıcaklıkla keyiflendim. Severim bu sıcaklığın verdiği duyguyu. Kış günü okuldan öğlen yemeği için eve koşarak geldiğim anları hatırlarım. Beremi, atkımı ve mantomu üstümden atar, sobanın ateşinde üşüyen ellerimi ısıttıktan sonra, annemin yer sofrasına otururdum. Tarhana çorbasının içine ekmeğimi doğrarken, sobanın üstünde tıkırdayan tencereden çıkan buharlı koku, bir sonraki yemeğin habercisi olurdu. TRT radyosundan çalan müzik eşliğinde yemek yenir, ajans başladığında dedemin yüzü ciddileşir, çıt çıkarmaya korkarak yerdik yemeğimizi. Spikerin sesinden odaya yayılan yurt ve dünya haberlerine, kaşık sesleri eşlik ederdi. Su ya da biraz daha ekmek istemek için ses çıkarmaya bile korkardık. Gittiğin yer ne kadar keyifli olursa olsun, eve gelmenin tadı başkadır.

O küçük kız büyüdü. İki evi var artık. Tarhana çorbasını annesi gibi yapmaya çalışan ama aynı tadı alamayan, o yer sofrasını özleyen kız, teker teker aldığı eşyalarla, yavaş yavaş kuruyor yeni evini. Sobalı evin sıcak duygusu hiç kaybolmuyor içinden. Anne evi, kendi evin olmaktan çıkmıyor hiç.

Mağazanın girişinden ilerliyoruz. Sağda birbirinden güzel koltuklar, kanepeler var. Buraya koltuk almaya gelmedik. Bir koltuğumuz yoksa da, iyi bir fiyata kapattığımız, yatılı misafirlerimize yatak olan, açılıp kapanan bir kanepemiz var. Gene de tüm koltuk ve kanepeleri deniyoruz. Üzerlerine oturuyoruz, uzanıyoruz. Sol tarafta masa, sandalye, sehpalar var, onlara da bakıyoruz. Garip bir enerji üretiyoruz beraberken. Lunaparka ilk defa gelmiş iki çocuk gibiyiz. Birbirini seven iki insanın oluşturduğu bu enerjiyi seviyorum. Bu enerji olduğu sürece, yapılamayacak hiçbir şey yok gibi geliyor.

Üst katı gezmeyi bitirince aklımıza demlik alacağımız geliyor. Pazar günü çalışmanın bıkkınlığıyla köşede bekleyen satıcı alt katı işaret ediyor, merdivenleri sekerek iniyoruz. Yaşadığımız ülkenin çay kültürü çok farklı. Bizim gibi altta suyu kaynatıp, üste çayı demlemiyorlar. Porselen bir demlik içinde yapıyorlar çayı ve içine süt koyarak içiyorlar. Önceleri garipsemiştim bunu ama sütsüz tadını alamayınca ben de katılmıştım sütlü çay kervanına. Bunu anneme anlattığımda çok gülmüştü, inanamamıştı. Hatırım için bir fincan içmiş ama beğenmemişti. Çay her derde devadır burada. Can sıkıcı bir durum mu var, bir fincan çay yetişir imdada. Bir şeye mi sevinilecek ya da kutlanacak mıdır, bir çay demlenir hemen. Çayın bu imparatorluğa sadece birkaç yüzyıl önce geldiğini düşünmek zordur.

Çay bu kadar önemli olunca da demlik seçimi kolay olmuyor. O kadar çeşit var ki. Kırmızı demliği görünce ‘Budur işte!’ der gibi birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Demliklerin hemen yanındaki meyve tabaklarına gözümüz takılıyor. Almaya niyetimiz yok ama öyle hoşlar ki. İçi kırmızı gelincikli, krem rengi bir meyve tabağı beğeniyorum. ‘Gelecek sefere de bunu alalım.’ diyorum. Eşim ‘Hadi gel, şimdi alalım.’ deyince gelincikler benim oluyor.

Üst katta ki kasaya giderken pembe, beyaz çizgili bir kanepeyi ve iki koltuğu tekrar deniyoruz. Fiyatı ilişiyor gözüme. Pek pahalı gelmiyor. ‘Ne dersin? Gelecek sefere bunlardan alır mıyız?’ diyorum. Ne olduğunu anlamadan, bir demlik, meyvelik, bir çift koltuk ve kanepenin mutlu sahipleri oluyoruz. Onlara uygun perdeleri seçerken ne kadar zorlanacağımızı düşünmek aklıma bile gelmiyor.

Gülçin ve Vladimir ile başlattığımız Ayın 1'i ve Mim yazımdır.
Katılmak isteyen arkadaşlara pamuk eller klavyeye diyorum.

13 yorum:

gülçin dedi ki...

sevgili sem,
dün baktım baktım göremediydim yazını. şimdi tesadüfen gördüm ve öyle mutlu oldum ki :) içimi ısıttı kırmızı demliğin. çok teşekkür ederim.

sevgiler.

hep dedi ki...

Semcim sen naptın böyle ya,tarhananın güzelim kokusuyla başladın,üzerine mis gibi bir çay ikram ettin buraya kadar iyiydi de..Bir pazar günü şöyle bir dolaşıverdiğin megamarketten kamyonetle ayrıldın :)Bence sen bir daha aşık filan olma,hadi oldun diyelim sevgilinle açık havada dolaşın,parka gidin,evde çay may yapın...Markete filan gitmeyin tamam mı:))
"Gittiğin yer ne kadar keyifli olursa olsun,eve dönmek başkadır" evet.Lütfen evinde otur ve yazmaya devam et ki biz de böyle keyifle okuyalım.
Sevgiler

deger dedi ki...

Sevgili Sem,

Yine döktürmüşsün. Sevgili Hep, olaya başka yönden bakmış, ama bence "İki gönül bir olunca samanlık seyran olur" misali, ben de severim, böyle bir alış-verişte umulmadık şeyler almayı. Tabii sonra pişman olmamak için iyi düşünmek şartıyla.
Kırmızı demliğini güle güle kullan. Gelincikli tabağını da...
Kanepe ve koltukların hayirli ve sevimli misafirlerini ağırlasın.
Bizi de bu sevimli yazılarından uzun zaman ayrı bırakma. Sevgiler.

Ülker Yıldırımcan dedi ki...

çok sevdim bu yazıyı, sağol Sem:)

Unknown dedi ki...

Kucuk kizin buyuyup iki evinin olmasi ne kadar rahatlatici ve sicaktir...butun kucuk kizlara aynini temenni ederim ;) sevgiler x

Vladimir dedi ki...

Aynı cümlenin üç ayrı yolculuğa çıkarması ne kadar güzel değil mi? Anlatımın çok güzel Sem. İnsanın içini duru, sade bir mutlulukla dolduran bir anlatımın var. Daha sık yazmanı öneriyorum.

Resim kimin?

Tabiat Ana dedi ki...

kırmızı demlikte demlenmiş demli bir bardak -sütsüz- çay içmek istedim;)

Ori dedi ki...

Sem, yeni yazın bugün gördüm. Çok güzel demlemişsin, eline sağlık. Daha önceki bir yazında Hintlilerin kültürünü anlatmıştın, şimdi de sütlü çay. Çinliler de çok farklı biliyorum. Neyse, yazından mı etkilendim bilmiyorum ama ben bu akşam demlediğim çaya süt ekledim. Kesinlikle annen haklı:)
Yazınla annemi anımsadım. İlk ısındığım sobamızı da. Üzerinde su ısıtılan ibriği, fırınında pişirilen çöreği ve ayvayı nasıl unuturum. Tarhana, kuru fasulya…
Kırmızı demlik epey sorun yaratmış. Gidip alacağımı sanmıyorum. Hem iyi ki iki katlı bir mağazaya girmişsiniz. Çok katlı bir mağazada olmadığınıza sevinmek lazım:))

sofi dedi ki...

SEM, okul dönüşleri sobanın üzerinde ekmek kızartıp, çay ve peynirle yemeyi ne severdim, tarhanayı, dükkanlarda keşif yapmayı, sevdiğim ve özlediğim okadar çok şey varki yazında hatırlattığın, sıcacık yüreğine sağlık...

SçL dedi ki...

Selam Sem,
uzun bi aradan sonra yazını görmek çok güzel. Okumak çok çok daha güzel :) Kışın bir yerden girince yüzüne sıcaklık vurması kimin hoşuna gitmez ki.. Benim de kışa dair kimi özel yiyecek, içeceklerim vardır; soba üzerinde pişen kestaneler, sıcacık salep, dışarısı buz gibi iken evde sıcacık çorbayı hüpletmek (tarhana özellikle), çay içmek gibi... Her insan bu gibi güzelliklerin farkında olamıyor, çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum, içimde çok hoş duygular uyandırdığın için teşekkür ediyorum.
izmirden sevgiler :))

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

"Birbirini seven iki insanın oluşturduğu bu enerjiyi seviyorum. Bu enerji olduğu sürece, yapılamayacak hiçbir şey yok gibi geliyor."
buna takildim ben..
yuzumde bir gulumseme; sadece bir gozumde bir damla yas ile :')

hep dedi ki...

takvimlerden haberin vaaaaar mıı,geçiyor günler:)mart kapıdan mı baktırıyo yoksa...n'apalım, eski yazıları mı yakalım...1 mart 14 mart daha kaç eder..yoksa çıkarma mı yapsaydık..evet evet çıkarma daha uygun düşer..doğrusu çıkarma mı çıkartma mıdır...

yeni yazı koy artık yoksa çarpma yapıcam bak:)))

Adsız dedi ki...

BİR ALIŞ VERİŞ DEN ANCAK BU KADAR İYİ BİR YAZI ÇIKAR,
BU ARADA SÜTLÜ ÇAYI BEN SEVERİM AMA LONDRADA İÇERKEN SEVİYORUM, TÜRKİYEYE GELDİĞİMDE DENEDİN NDEDNDİR BİLİNMEZ AYNI TADI ALAMADIM,

CENGİZ,,,,