İki Yaka ve Bir Köprü

Sonunda hayallerim gerçekleşmişti. Beni ve arkadaşım Ayşe'yi İstanbul’a getiren otobüs, anlatılanlardan ve fotoğraflardan tanıdığım şehir içinde yol almaya başlamıştı. Boğaz Köprüsü'ne vardığımızda sabahın olmasına az bir zaman kalmıştı ama Ayşe ve ben uyumamış etrafı görebilmek için cama yapışmıştık. Deniz esrarengiz güzel, siyaha vuran ışıltılarla doluydu. Her iki yakadaki şehir ışıkları gözlerimizi alıyor, kalbimiz heyecandan küt küt atıyordu.
Ayşe’lerin durağına gelince okulda buluşmak üzere ayrıldık. Biz de halamlara geçtik. Yeni okuluma kayıt için amcamla Çamlıca’da ki okulun yolunu tutup, koridordaki sırada yerimizi aldık. Hemen arkamızda parlak simsiyah dalgalı saçları, koca gözleri ve uzun kirpikleri ile ince bir kız ve annesi belirdi. Kim önce merhaba dedi bilemiyorum ama biraz sonra annesi amcamla, ben de adı Sevda olan bu kızla derin konuşmalara daldık. Sevda ile sıradaki bu yerimizi gelecek üç yıl boyunca hep koruyacak, yatakhanede, yemekhanede, kopya çekimlerinde, gülme krizlerinde beraber olacaktık.
Yatılı okula başladıktan kısa bir süre sonra kaynaşmalar olmuş, ATOS3 adında altı kişilik bir grup kurmuştuk. Ayşe ve Sevda'nın dışında Olga, Tülin ve Selin'de grup içinde yerlerini almıştı. Hafta sonları bir yolunu bulur, dışarıya çıkış izni alır, 3 numaralı otobüse binip kendimizi önce Kadıköy daha sonra İstanbul'un değişik yerlerine atardık.
Köprüye tekrar dönüşüm ise daha bir muhteşem olmuştu. O gün her zamanki gibi zorlukların üstesinden gelmiş, izinlerimizi almıştık. Önce vapurla karşıya geçip Beşiktaş'ta dolaştık. Deniz kenarında çay bahçesinde otururken dönüşte, köprüyü yürüyerek geçmeye karar verdik. Rengahenk çiçekler satan çingenelerden bir kucak dolusu kırmızı karanfil alıp aramızda bölüştük. Köprünün altına geldiğimizde 'Boğaz köprüsü inci gerdanlık, altından geçtik kahkaha attık''ı söylerken etrafımızda oluşan kalabalığın bizi gülümseyerek izlemesi coşkumuzu iyice artırdı.
O günlerde köprüye iniş çıkış, ayaklarında bulunan asansörlerle sağlanırdı. Sonra insanların kendilerini köprüden atarak intihar etmesi moda olunca köprü yaya trafiğine kapatıldı. Asansöre bindiğimizde hala sesli sesli konuşuyor büyük mutluluk dalgaları yayıyorduk etrafımıza. Asansörü bekleyen amcaya bir karanfil verip köprüye ilk adımlarımızı attık. Bizim gibi köprüyü yürüyerek geçen bir sürü insan vardı. Pırıl pırıl parlayan güneşe daha yakınlaşmış, geçen vapurlardan, her iki yakadaki bina ve ağaçlardan iyice uzaklaşmıştık. Bir masalın kahramanları gibi şarkılar söyleyerek, sek sek yaparak yürüyor, zaman zaman korkulukların kenarında durup eşsiz manzarayı seyrediyorduk. Boğazın o kendine özgü laciverdimsi mavisi gözlerimizi kamaştırıyordu. Elimizdeki karanfilleri yanımız sıra yürüyen sevgililere, yaşlı çiftlere veriyor, adeta mutluluk dağıtıyorduk.
Köprünün orta yerine geldiğimizde Avrupa yakasını Asya'dan ayıran kırmızı çizgiyi görünce heyecanımız doruk noktasına ulaşmıştı. Elele tutuşup bizi Asya kıtasına götürecek adımı hep beraber atıp Asya'ya geçiverdik. Olga daha Avrupa'ya doyamadığını söyleyince, hadi bir Avrupa yapalım deyip çizgiyi tekrar geçtik. İki kıta arasında bu kadar kolay geçişin olması bizi büyülemişti.
Okula döndüğümüzde hepimiz günlüklerimize sarılmış o muhteşem günün güzellik ve kahkalarını kelimelere dökmeye başlamıştık. Kelimelerin o kadar kaygısız, o kadar heyecan ve coşkuyla geçen bir bahar gününü anlatabilmesi mümkün değildi. Yıllar sonra tekrar bir araya gelsek, yılda bir kere köprüden koşarak geçilmesine olanak tanıyan Avrasya Maratonu'na kırmızı karanfillerimizle katılsak, aynı coşkuyu yakalamamız mümkün olur mu?